

Türkler Anadoluya geldikleri zaman batısındaki denize Akdeniz, kuzeydeki denize Karadeniz ve güneyindeki denize ise Kızıldeniz ismini vermişlerdi. Bu isimlerin rastgele seçildiğini ya da denizlerin renginden kaynaklandığını herhalde düşünmüyorsunuzdur.
Eski Türk devletlerinde renkler çeşitli anlamlar taşırdı. Hem devlet açısından hem de toplum açısından renkler ve dört asli yön çok önemliydi. Kök Türk kitabelerine göre doğu yönü her zaman kutlu sayılmış, evlerin ve çadırların kapıları bu nedenle doğuya açılmıştır. Batı ak, doğu gök, güney kızıl, kuzey ise kara renkle ilişkilendirilmiştir.
Bizim Ege Denizi dediğimiz su, Akdeniz veya Adalar Denizi diye anılır ve Mustafa Kemal Atatürk’ ün Dumlupınar muharebelerinde “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’ dir” emri Antalya’ yı değil İzmir’ i işaret etmekteydi. (Cahun, 1896)
Biz Türkler için ilkbahar “gök” rengi olup yönü “doğu”’ dur. Yaz “kızıl”, yönü ise “güney”’dir. Sonbaharın rengi “ak” ve yönü “batı”’dır. Kış ise “kara”, yönü de “kuzey”’dir. Kış mevsiminin sert geçtiği zamanlara “kara kış” denmesi tesadüf değildir.
Üzerinde yaşadığı insanla bu kadar çok kader birliği yapmış, yaşamına dokunmuş ve kültürüne biçim vermis bu coğrafya halen üzerinde yaşayan bizlere yön, renk ve anlam katmaya devam etmektedir. Öyle ki her türlü doğa olayına kendince anlam veren, isimlendiren ve yaşamını anlamlandırdığı pencereden bakarak devam ettiren insanın, fizik kanunları gereği meydana gelen doğa kaynaklı olayları algılaması da kendince olacaktır.
Anadolu, kendine has (jeolojik, topoğrafik) yapısı ve iklim özellikleri nedeniyle afetlerin sık yaşandığı bir coğrafya olmuştur. Ülkemizi en çok etkileyen deprem afeti özelinden konuya çok yakın tarih penceresinden baktığımızda, 1939 Erzincan Depremi, 17 Agustos 1999 Marmara Depremi ve en son yaşadığımız 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli depremlerde onbinlerce insanın hayatını kaybettiğini görürüz.
Depremin verdiği can kaybı açısından dünyada üçüncü, etkilenen insan sayısı nedeniyle sekizinci sıradayız. Her yıl ülkemizde 5 ile 6 büyüklüğü arasında en az bir deprem meydana gelmektedir. (www.afad.gov.tr.)
Ülkemizde doğa kaynaklı afetlere baktığımızda Deprem % 64, sel % 15, toprak kayması % 16, yangınlar % 4 çığ ve diğerleri % 1’lik etkiye sahip olduğunu görüyoruz. (Erkoç, 2004). Doğa kaynaklı afetler içerisinde bize maddi ve manevi anlamda en büyük zararı deprem vermektedir. Örneğin 53.537 kişinin hayatını kaybettiği Kahramanmaraş merkezli depremlerde 23 Nisan 2025 tarihi itibariyle 135.504.209.496 TL. harcanmıştır. (www.afad.gov.tr)
Bunun yanında bu coğrafyada sel, taşkın, heyelan, orman yangınları ve endüstiriyel kazalar gibi insan/teknolojik kaynaklı afetlerde sıklıkla yaşandığına şahit oluruz.
Yerküre üzerinde insanın var olmasıyla birlikte afetlerde olagelmiştir. Dünyanın yaşına göre misafir sayılacak bir süreyi kaplayan insanlık tarihinde doğa kaynaklı afetlerin sürekli insana eşlik ettiğini biliyoruz. Bugün dünyanın en önemli sorunu olan küresel iklim değişimi, nüfusun artması ve çarpık kentleşme ile doğal dengenin bozulması durumlarının yansımaları ülkemizde de etkisini arttırmaya devam ediyor. Zira, milyonlarca yıldır devam edegelen doğa kaynaklı olayların günümüzde çoğalan insan etkinlikleriyle çakışması bize afet olarak yansımaktadır.
Türkiye coğrafyasında bugün de yaşadığımız afetler ortaya çıkartmıştır ki; bilimsel bulguların norm haline geldiği hukukla, bu coğrafyada yaşayan toplum arasında organik bir bağ kurulamamıştır. Yani bizim toplumsal yaşam algımızı ve biçimini evrensel bilimden kaynaklı mevcut hukuksal metinler değil;
– “Kervan yolda düzülür!”
– “Bize bir şey olmaz!”
– “Elle gelen düğün bayram!”
– “Olmazsa kader!”
– “Kaderin önüne geçilmez!”
– “Yazımız böyleymiş!”
– “Allah’ın afeti, ne yapalım!”
– “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!” anlayışı belirler.
Türkiye’deki doğa olaylarının afete dönüşmesinin ve yaşadığımız üzere çok büyük maddi ve manevi zarara uğramamızın kökeninde insan vardır, doğa değil! Tabi ki doğanın kendi yaşam döngüsünde meydana gelen olaylarının bize vereceği tüm zararı ortadan kaldıramayız. Ama azaltabilir, minimuma indirecek iradeyi sergilediğimizde olayın afete dönüşmesini engelleyebiliriz. Çünkü ülkemizin afetlere neden olan risklerini biliyoruz. Yapmamız gereken bu risklere karşı öncesinden önlem almak, hazır olmaktır.
Evet, biz biliyoruz ki Türkiye jeolojik durumu itibariyle bir deprem ülkesidir. Ama hiç bir zaman bir afet ülkesi olmamıştır!
Afetsiz günler dileğiyle…
KAYNAKLAR
Cahun, L. (1896). Introduction à L’Histoire de L’Asie.Paris.)
Erkoç ,T (2004) “İl ve ilçe Acil Yardım Teşkilatları”, İçişleri Bakanlığı Eğitim Dairesi başkanlığı, 88. Dönem Kaymakamlık Kursu Ders Notları. Ankara
*
HÜSEYİN KANZA